|
Çayınızı nasıl
içersiniz?' sorusuna kaç
çeşit insandan, kaç çeşit cevap
alırdım acaba? Bu sorunun cevabını düşünüp vermeden önce gelin, çay
nasıl
yapılır onu bir gözden geçirelim, bilemediniz akıldan geçirelim:
Kimileri
vardır ki şu yer yüzünde çay pişirmeyi çok iyi yaparlar. Bunun adına da
çay
demlemek derler.
Çayı iyi demleyenlerin
birer çaydanlıkları vardır. Bir çaydanlık iki kısımdan oluşur. Birinci
kısım
daha büyüktür, genişcedir ve içine sadece su konur. Su, çaydanlığın bu
geniş
kısmında kaynar. Birinci kısmın değişik yerlerine yerleştirilmiş bir
sapı, bir
de kaynar suyu dökmeye yarayan uzantılı bir ağzı vardır. Su kaynarken
eğer
ikinci kısım birinci kısmın üzerine çok oturmuş ise su bu ağızdan taşar
ve
ocağın üzerini ıslatır. Bunun olmaması için çaydanlığın ikinci kısmının
birinci
kısmın üzerine yarım bir şekilde, eğik oturtulması, bununda çok dengeli
yapılması gerekir. Çünkü çaydanlığın ikinci kısmı küçüktür. Onun da
değişik
yerlerine konabilen bir sapı ve bir de demi dökmeye yarayan küçük bir
ağzı vardır
ama biraz kaygandır. Bu nedenle içindeki demlenmemiş çay ile devrilirse
ocak
üstü yine batar, kirlenir. Bütün bu dengelere dikkat etmek gerekir.
Tabii
teknolojinin harikası daha dengeli çaydanlığı olanlara ne mutlu ama biz
bu
anlattığımız çaydanlıkla idare edelim. Şimdilik!
Çaydanlığın küçük kısmına
toz çay konur ve çayın kalitesinden anlayanlar, çay tozunu önce sudan
geçirirler ve küçük kırıntıları uzaklaştırır, ıslanmış çayı demlenmeye
hazırlarlar. Küçük demliği, kaynama suyunun olduğu birinci kısmın
üzerine
koyarlar. Ocak açılır ve ateş görülür. Bundan sonra suyun 100 dereceye
kadar
kaynamasını sabırla beklemek gerekir. Su kaynar kaynamaz, alttaki geniş
kaptan,
üstteki küçük demliğe kaynar su dökülür. Suyun miktarını ustalar göz
kararı ile
bilirler. Suyu ne az ne de çok koyarlar. Birinci kabın azalan suyuna
soğuk su
ile ilave yapılır. Bu ikinci aşama da sabır gerektirmektedir. Çünkü,
bir; suyun
yeniden kaynaması beklenecektir, iki; çayın kııvamında demlenmesi
sağlanacaktır. Zira çay çok demlenirse tadı acı olur, az demlenirse de
çiğ çiğ,
otsu otsu kokar. Bu sırada çay ustasının burnunun ve kulağının
çaydanlıkta
olması gerekir. İşte tam zamanında demlenmiş çayın kokusunu aldınız mı?
Su da
ne güzel fokurdamaya başladı değil mi? Tamam şimdi ocağın altını
kısabilirsiniz. Çayınız servise hazır demektir.
Sıra bardak seçimindedir.
Herkes bir başka bardaktan içmek ister. Sorarsınız: Çayınızı hangi
bardakla
alırsınız? Çayınızı hangi bardakla içersiniz? Çay alır mısınız? Çay
içer
misiniz? Çay ister misiniz? Çay vereyim mi? Hangi bardak? Bazıları da
sorabilirler: Çayınızı Türkçe mi Alirsiniz? Ya da sormazsınız, çayları
döküp
getirirsiniz, çayları koyup getirirsiniz, çayları döker getirirsiniz,
çayları
koyar getirirsiniz. Bunlardan hangisini seçersiniz? Canım aslında 40
çeşit çay
bardağı mı vardır? Bizim evde sayalım bakalım kaç çeşit bardak var şu
güzelim
demlenmiş çay için: İngiliz porselen çay bardaklarına benzeyenler,
modern
Paşabahçe çay bardakları; üstelik pembe renkli ve üzüm desenli, uysa da
uymasa
da çay konan, üzerleri ayı, miki fare, balık, ev ve daha bilmem ne
resimli ve
yazılı Amerikan kahve kapları, veee işte ince belli altın yaldızlı
küçücük cam
çay bardakları. Çaydan anlayan, ince belli altın yaldızlı küçük cam çay
bardaklarını seçer. Bu ince belli cam çay bardakları da porselen çay
tabakları
olmadan güzel değillerdir.
İşte şimdi porselen çay
tabağının kırmızı parmak izli döşemesine kurulmuş, tavşan kanı tanımı
bile az
gelen, bilenin bildiği şahane saydam çay rengi ile çayınız bardaktadır.
Nasıl,
dumanını gördünüz mü? Ya kokusunu ! Kokusunu da duydunuz mu? Tamam
öyleyse
şimdi içine biraz tatlandırıcı koyalım ve çay kaşığımızı nazikce
elimize alalım
ve başlayalım karıştırmaya: Çın çın şın, şın şın çın, çın şın, şın çın!
Şöyle
acele etmeden yavaş yavaş eriyen şekerin yoğunluğuna bakarken bu sesi
de
dinleyelim. Duyuyor musunuz notaları, nağmeleri? Nasıl da uçar çay
taneleri!
Durun canım öyle dedem gibi acele acele çevirivermeyin kaşığı. Çay
kaçmıyor ya!
Benim dedem hem acele eder, hem de hastalığının adını bilmez ama
Parkinsonludur, elleri titrer yine de çayı acele acele, gürültülü
gürültülü bir
güzel karıştırır. Belki de kulakları az işittiğinden duymaz yaptığı
grültüyü,
belki de kulakları işitse bile dinlemeyi bilmez nazikçe çay
karıştırmanın
sesini! Çay tabağına da azıcık çay dökülse hemen seslenir birilerine:
Peçete
getirin çay döküldü! Tabağı değiştirin çay döküldü! Şimdilerde 100
yaşına
merdiven dayadı da çay dökülünce suçlanır olmuş, tabaktaki çayı titrek
elleri
ile çay bardağına kendi kendine tekrar boşaltmaya çalışıyormuş. Canım
halam
hala etrafında pervane!
Gelelim şekeri şöyle
güzelce karışmış bizim çayımıza. Şöyle çay tatlandımı kaşığı yavaşça
tabağın
kenarına koyarsınız. Ha belki de önce bir tadına bakmak istersiniz. Bir
kaşık
çay alıp dudağınıza değdirirsiniz, dilinizle dudağınızdaki çay tadını
yalar ve
şekerinin miktarını anlarsınız. Eğer tadı az ise biraz daha
tatlandırıcı katmak
iyi olur. Tamam şekeri iyi ise çayı da soğutmadan içmek gerekir.
Küçücük cam
çay bardağının ince ağzından nazikçe tutup ilk yudumu alırsınız. Çayın
yakıcı
sıcak ve buruk tadına karışmış şeker tadı dilinize, damağınıza oradan
da bütün
ağzınıza yudum yudum dağılır.
Benim dedem ve ondan
öğrenen babam ve amcalarım ise teneke ağızlıdırlar. Kaynar sıcak çayı
hemen bir
yudumda höpürdete höpürdete, içip bitiriverirler. Bir bakarsınız çay
bardağı
boşalıvermiş ve bardak tabakta öylece boş oturmakta! Ortalıkta bir
telaş başlar
ve çayı demleyenler daha dumanı bitmeden çayı biten çay bardaklarını
toplarlar
ve yeniden doldururlar, yeniden doldururlar, yeniden doldururlar. Ta ki
çay
kaşığı çay bardağının üzerine konuluncaya kadar. Bu işaret artık çay
istemiyorum demektir de çay demleyen rahat bir soluk alır! Bu ağzının
içi
teneke olanlara demlenmiş çay tattıramazsınız! Onları sıcak çaya da
doyuramazsınız!
Halbuki çay bardağı niye
ince bellidir? Çay bardağının cam yüzeyi neden böyle pürüzsüz ve
düzgündür?
Avucunuzun içine alacağınız sıcacık çay bardağı ne kadar da küçücüktür!
Parmaklarınızla çay bardağının altın yaldızlı ağzının etrafnda halkalar
çizseniz, ince belinden aşağıya inseniz, incecik sıcacık çay
bardağınızı
avucunuzun içinde yavaş yavaş çevirip o sıcaklığı hissetseniz, bir
yudum içip
biraz bekleseniz, şöyle elinizdeki çay bardağını yanağınıza
deydirseniz,
koklaya koklaya bir yudum daha içseniz! Olmaz mı? İşte o zaman güzel
demlenmiş
bir çayın tadı bambaşka olur! Belki de o zaman çay bardağını çaydan
daha çok
sevdiğinizi anlarsınız! Böyle bir keyifle içerseniz bir bardak çayın da
40 yıl
hatırı olmaz mı? İnsan böyle bir bardakla 40 yıl boyunca çay içmez mi?
Bu çay
bardağı olmak istemez mi?
Diğer
bardaklara gelince, çay içilen Amerikan kahve bardakları biraz ağırdır,
yerinden kaldıramazsınız. Avucunuz küçük gelir ve bardağın her tarafını
kavrayamazsınız. Renkler, resimler, bazende yazılı yazılar yüzünden
içtiğiniz
çayı da göremezsiniz. Zaten ikinci yudumda çay soğur ve çayı soğuk
soğuk içmek
zorunda kalırsınız. Küçük çay kaşıkları ile bu bardaktaki şekeri
karıştırmak ta
zevksiz olur, eliniz mutlaka sıcak çaya değer ve yanar. Büyük kahve
kaşıkları
da çın çın şın sesini çıkarmazlar. İngiliz porselenlerine benzeyen çay
bardakları ile de kendinizi yabancılaşmış gibi hissedersiniz. Üstelik
bu
Amerikalılara ve İngilizlere uyacak olursanız çayı demlemeye de gerek
yoktur.
Çaylar hazır ve nazır poşetlerde beklerler. Bu çaylar özel olarak
hazırlanmışlardır ve sıcak suya girer girmez renklerini ve keskin
kokularını
hemen çıkarıverirler. Görüntüde çay rengi, kimyasında da çay kokusu ve
tadı
oluşur ama gerçekten bizim olan çayı bileni kolay kolay
kandıramazsınız. Hemen
bu bizim çay değil! dersiniz. Canım, Çinliler de çay içerler. Onlar
pirinç
porselenlerden çay kabı yaparlar ve yasemin kokulu, sarı renkli
çaylarını çok
severler. Mutlaka Brezilyalılar da, Afrikalılar da çay içerler. Onlar
çayı nasıl
içerler? Bilmek gerekir! Ama önce kendi çayımızı demlemeyi, ince belli
bardağını tutmayı, çayı yudum yudum içmeyi bilmeli! Bilenlere ne mutlu!
İşte o
zaman ince belli cam bardak da, içindeki çay da, demleyen de, içen de
çok mutlu
olur! Olmaz mı?
Meltem
Çevik Arıkan
Hürriyet, 26 Mart 2001
|
|