Sevgililer gününü kutlamak caiz midir?

Senede bir gün değil, her gün sevgililer günü...

Sevgi Nedir?

Sevgi, insanın yüreğine Cenab-ı Hak tarafından lütfedilmiş en güzel duygulardan biridir. Genel anlamıyla bir varlığa ilgi duymak ve bu ilginin neticesinde kalpte hoş bir lezzet hissedip; ilgi duyduğu varlığa yakın olma isteği uyandıran bir duygudur. Kısacası kalbin kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesidir.

Dini Açıdan Sevgi ve Saygı Kavramları

İnsan, yaratıkların en üstünüdür. Yüce ALLAH Teâlâ onu en güzel şekilde yaratmış ve üstün yeteneklerle donatmıştır. Toplum halinde yaşamak da insanın yaratılış özelliklerindendir. Bir arada yaşamak durumunda olan toplum fertlerinin birbirleri ile ilişkileri olacağı tabiidir. Bu ilişkiler ne derece ölçülü olursa, bu insanların oluşturdukları toplumda da o derece düzen ve güven olur.

İslamiyetin amacı insanı dünyada da ahirette de mutlu kılmaktır. İnsanı bu amaca eriştirmek için toplum fertlerinin birbirlerine karşı iyi davranmalarını, hile, haksızlık ve saygısızlıktan sakınmalarını öğütlemiştir. Sevgi ve samimiyet, karşılıklı yardımlaşma, nezaket ve alçak gönüllülük, topluma güç katan ve islâmiyetin emrettiği birlik ve kardeşliği sağlayan unsurlardandır.

Fertleri birbirlerine sevgi ve saygı bağları ile bağlı toplumlar güçlü olur. Önlerine çıkan her engeli kolaylıkla aşar ve her alanda başarı sağlar. Çünkü her başarının temelinde mutlaka sevgi vardır. Hatta iman yönünden kişilerin olgunlaşması da aralarındaki sevgiye dayanır. Nitekim Ebû Hureyre (RA.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

\"Canım kudret elinde olan ALLAH Teâlâ’ya yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın!\"1 buyurmuşlardır.

Numan b. Beşir (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: \"Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte müminlerin misali, bir bedenin misalidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler.\"2 buyurmuşlardır.

Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz cemiyeti ve hususen müminler cemaatini, yani bir bütün olarak ümmeti, bir bedene benzetmiştir. İnsanların her biri müminlerden müteşekkil bu küllî bedenin bir uzvu durumundadır. Nasıl ki bedende sadece bir uzuv ve mesela bir parmak rahatsız olsa o beden bütünüyle huzursuz olur, uykusuz kalır, hararet basar vs. Şu halde mümin, parçası olduğu cemiyette bazı uzuvlarının ızdırabı karşısında ilgisiz kalamaz, onlara şefkat ve merhamet duygularıyla bağlıdır. Bu duygular, insanlığımız ve bilhassa imanımız icabı herkeste olması gerekir.

Görülüyor ki Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz olgun imanı sevgiye bağlamışlardır. Kıyamet gününde Peygamberlerin bile gıpta edecekleri dereceyi alacakların: Birbirlerini ALLAH Teâlâ için sevenler olduğu Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından müjdelenmiştir. Şöyle ki: Muaz b. Cebel (R.A.)den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

“ALLAH Teâlâ Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: \"Benim celalim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler vardır ki, Peygamberler ve şehidler bile onlara gıpta ederler.”3 buyurmuşlardır.

Hz. Ömer (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: \" ALLAH Teâlâ\'nın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne şehidlerdir. Üstelik Kıyamet günü ALLAH Teâlâ indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehidler de onlara gıpta ederler.\" Orada bulunanlar sordu:

- \"Ey ALLAH\'ın Resulü! Onlar kim, bize haber ver!\" Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: \"Onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, ALLAH Teâlâ rızası için birbirlerini sevenlerdir. ALLAH Teâlâ\'ya yemin ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler,” buyurdu ve şu ayet-i kerimeyi okudu: \"Haberiniz olsun! ALLAH Teâlâ\'nın dostları var ya! Onlara ne korku var, ne de onlar üzülecekler.\"4-5

Küçükleri sevmek, onlara acımak ve büyüklere saygı duymak kardeşliğin vazgeçilmez iki unsurudur. Nitekim Abdullah b. Abbas (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı duymayan, emr-i bi\'1-ma\'rûf ve nehy-i ani\'l-münker etmeyen bizden değildir,”6 buyurmuşlardır.

Büyüklere saygıdan söz ederken özellikle dine ve dinde var olduğu şüphesiz olan esaslara saygılı olmamızın gerektirdiği dikkatten kaçırılmamalıdır. Nitekim Kur\'an-ı Kerimde: “Kişinin ALLAH Teâlâ\'nın nişanelerine saygı göstermesi, kalplerin ALLAH Teâlâ\'ya karşı gelmekten sakınmasındadır.”7 buyrulmuştur.

Kur\'an-ı Kerim okunurken, okunan Kur\'an-ı Kerim\'i dinlerken saygı ölçüleri içinde bulunmak bu cümledendir. İnanmış insanlar dini ve dinî esasları küçümseyen söz ve hareketlerden sakınmalıdırlar. Bu tutum sadece dine saygısızlıkla kalmayıp aynı zamanda dindar olan insanların incinmelerine de neden olur.

Toplum fertleri arasındaki sevgi ve saygı karşılıklı yardımlaşmaya da yol açar. Yüce ALLAH Teâlâ Kur’an-ı Kerim\'de “iyilik” hususunda yardımlaşmamızı ve birbirimize destek olmamızı emretmektedir. Birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmada insanların bir vücut gibi olduğu, bu vücudun bir uzvu rahatsızlanınca bütün vücudun rahatsız olacağı sevgili Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından bildirilmiştir.

İşte islam, toplumun fertleri arasındaki ilişkileri en güzel şekilde düzenleyen, onları kardeşlik bağları ile birbirine bağlayarak düzenli bir toplum hayatını amaçlayan bir dindir.

Ne mutlu bu dinin gereklerini yerine getirenlere.

Bütün Sevgilerin Hedefi İlahi Sevgidir

\"Sevgi\"linin önemi ve değeri sevgiden kaynaklanıyor, ama sevgiyi yalnızca sevgiliye ait kılmak haksızlıktır. Bütün varlıkların var oluşu ve varlığını devam ettirişi sevgiye bağlıdır.

İslamî düşünceye/irfana göre varlık ile güzellik, iyilik ve sevgi arasında sıkı bir münasebet vardır. Allah mutlak kemaldir, mutlak güzelliktir, O bu güzelliğin bilinmesini istemiş ve bu sebeple varlığı yaratmıştır.
Varlık da onun varlığının (dolayısıyla kemal ve cemalinin) tecellisinden başka bir şey değildir. Çirkinlik, şer, eksiklik \"yokluk (adem)\" demektir, nerede ilâhî tecellî yoksa orada kemal ve cemal de yoktur.

İnsanın dünya hayatında vazifesi, kemal ve cemal tecellisine layık/mazhar olmaya çalışmaktır. İnsan kemali ve cemali sever; şu halde bütün sevgiler kemale ve cemale yöneliktir; bütün kemal ve cemaller de Allah\'tan (O\'nun varlığının tecellilerinden ibaret) olduğuna göre bütün sevgilerin -şuurlu veya şuursuz- hedefi ilâhî sevgidir.

Sevgiye o kadar küçük bir pencereden bakıyoruz ki, sevgiyi sadece beşerî aşkla sınırlandırıyoruz. Oysa küçücük kalbimizde o kadar büyük sevgilere yer var ki, birçok sebeple gözümüze perdeler indirmişiz ve hakikati göremiyoruz. Kalbimiz yaratılan her şeyi ve bu vesile ile Yüce Yaratıcıyı sevmeye müsait bir potansiyeldedir. İnsan dışındaki yaratılmışları sevmek bizim için sevgi sözcüğünün manasının dışında kalıyor belki de. Hâlbuki Yunus Emre\'nin \"Yaratılanı severim Yaradan\'dan ötürü\" sözünü kendimize rehber edinirsek, sanırım sevgiye daha büyük pencerelerden bakacağız ve bunun neticesinde Allah sevgisine giden yolda, gözümüzün önüne kalın siyah perdeler indirmeyeceğiz. Zaten yaratılanı Yaradan\'dan ötürü sevmek, Muhabbetullah yolunda emin adımlarla ilerlemek demektir. Bu vesileyle cennette sevdiklerimizle güzel bir hayat yaşarız inşallah. Unutulmamalıdır ki, Sevgililer Sevgilisi Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz buyuruyor ki “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”8

Sevgi ve Çirkinlik Bir Arada Olamaz

Haramlarda, yasaklarda, Allah rızasına aykırı olan davranışlarda kemal ve cemal (güzellik) yoktur; bu sebeple fıtratı bozulmamış olanlar onlara sevgi duymazlar, aksine nefret duyarlar. Bir erkekle bir kadının beraberlikleri nikâh bağı ile olursa burada güzellik ve kemal vardır, nikâhsız (zina) olursa burada eksiklik ve çirkinlik vardır; çirkin ve eksik olanla sevgiyi bir araya getirmek çelişkidir, fıtrat kaymasının alametidir.

Gönül ferman dinlemez, insan karşı cinsten birine âşık olabilir, ona karşı sevgi duyabilir, ama bizim kültür ve medeniyetimizde bu bazen yalnızca aşığın kalbinde ve üstü kapalı ifadelerinde (mesela şiirlerinde) kalır, bazen da karşı tarafla ve bazı sırdaşlarla paylaşılır ama ilişkiler ilâhî rıza sınırını aşmaz, cemiyete taşmaz, çirkinliklerin alenileşmesine, bir çeşit meşruluk kazanmasına asla meydan verilmez.

Başka kültürlerin bir kısmında -daha çok da günümüzde- bazen cins farkı bile gözetilmeden insanların birbirine âşık olmaları, bu aşkı açıklamaları ve toplum önünde yaşamaları (çeşitli davranışlarla açığa vurmaları) meşru sayılmakta, âdet haline gelmiş bulunmaktadır.

Bizim kültürümüze aykırı olan bu davranış bu noktada da kalmamış, aşk ve sevgi adına çirkinlikleri meşrulaştıranlar bunu, aynı zamanda güzelin ve güzel olduğu için sevgiyi de ihtiva edenin yerine koymaya, evlilik ve aile yerine birbirini sevdiklerini söyleyenlerin beraberliklerini ikame etmeye yönelmişlerdir. Bu çirkin ve yıkıcı yönelişe prim vermemek gerekir.

Evet, insanların içine bu sevgiyi koyan Allah’tır. Ancak her duygunun nerede ve nasıl kullanılacağını da bize bildirmiştir.

Sevgi, Zararlı Olabilir mi?

İnsan fıtratına katılmış tüm duygular gibi sevginin de doğru kullanılması gerekmektedir. Sevginin kime, neye, ne zaman ve nasıl yöneleceği ve bunun sınırının ne olacağı gibi bir takım ölçülerin olması gerekir. Nasıl ki, öfke duygusunun yersiz ve zamansız kullanılması insana zarar verirse sevginin de zarar verebileceği bazı noktalar vardır. Örneğin gayrı meşru bir netice verecek sevgi bizi günaha, manevî açıdan sorumlu olabileceğimiz bir suçun içine atabilir. Kısacası Allah rızasının dışında bir sevgi taşımamız ahiretimizi etkileyecek ölçüde zararlı olabilir.

Sevgililer Günü Nedir?

Sevgililer günü, evlilerin kutladığı veya evli çiftlerin birbirlerine olan sevgilerini hatırlatıp tazeledikleri yönündeki söylem ve basit bir yanılgıdan ibarettir. Birbirini sahiden seven hiçbir çiftin senede bir gün birbirlerine sevgilerini ilan etmeye ihtiyaçları yoktur. Bizim geleneğimizde sevgi günün her saatinde bozuk para gibi harcanmaz. Eşler birbirlerinin yüzüne sevgiyle bakar, birbirlerinin içini aydınlatır ve bu böyle devam eder. Dile düşmüş bir şeyin fiiliyatta varlığı yoktur.

Sevgileri ertelemeye gelmiyor. Onu hatırlamak için, ille de sevgililer gününü beklemeye gerek yok. Allah, sevgiyi sürekli yarattığına göre, kalplerde de bu sevgiyi sürekli tazelemek gerek… Verdikçe azalmayacak şeylerden biridir sevgimiz. Kuyunun suyu gibi, çektikçe yerine daha fazlası gelir, gönderilir.

İllaki özel bir günümüz olsun diyorsanız kendiniz bir gün belirleyin, ya da bu gündeki amaç birbirine sevgiyi göstermekse sevginizi her gün gösterin. Amaç hediye vererek sevgiyi göstermekse bayramlar bunun için en güzel iki gündür.

Bence normal bir gün sevgililer gününden önemlidir. Sevgililer gününde insanlar birbirine hediye alırlar, bunu beklerler, bildiği bir şeydir. Karşındaki insan şaşırmaz ama normal bir gündeki hediye yani beklenmedik bir hediye en güzelidir.

Neden insanlar 14 Şubat’ta davrandıkları gibi davranmazlar sevgililerine? Yılın geri kalan 364 günü ne günüdür o zaman?

Sevgililer Gününün Tarihçesi

Bugüne dair birkaç olay anlatılmaktadır:

Saint Valantine gününün kökenine dair yazılıp çizilen çok sayıda hikâyeden en sevileni ve benimseneni ise Romalı Rahip Aziz Valentine\'in hikâyesidir. Acımasızlığı ve zalimliği ile ünlü Roma İmparatoru Claudius II (MÖ 200) büyük bir ordu kurmak ister. İmparator, erkeklerin orduya katıldıkları zaman, ailelerini ve sevgililerini düşünmekten savaşamayacaklarına inanmaktadır. Bu sebeple de gençlerin evlenmesini reddetmektedir. Aynı dönemlerde İmparator Claudius\'a karşı çıkan ve gizlice evlendiren Rahip Valentine, genç âşıkların en yakın dostu olur.

Bunu bir süre sonra öğrenen İmparator, Valentine\'i hapse attırır. Gardiyanın kör kızını iyileştiren Aziz Valentine\'in bu mucize!si acımasız İmparator Claudius\'un kulağına gider. Ve 14 Şubat günü Aziz (Saint) (Papaz), insanları evlendirmenin cezasını sopayla dövülerek öldürülmekle öder. (MÖ 270)

Öldüğü gün Saint Valentine\'in iyileştirdiği gardiyanın kızına yazdığı bir not bulunur. Notta, Valentine insanlar arasındaki aşktan, sevgiden, tutkudan söz etmiştir. Ve notun sonunda \"Senin Valentine\'in\" yazmaktadır. Bundan böyle her 14 Şubat günü, Saint Valentine\'i anmak için âşıklar tarafından kutlanır.

Antik Yunanda Ocak ayının ortasıyla Şubat ayının ortası arasındaki bölüme \"Gamelion ayı\" denirdi ve Baş Tanrı Zeusla karısı tanrıça Heranın evlilik yıldönümü olarak kutlanırdı. Romalılarda bu adet değişim göstererek 15 Şubatta kutlanan Lupercalia festivaline dönüştü. Yarı çıplak ve keçi derisine sarınmış olarak resmedilen Luperculus adındaki bolluk putunun şerefine bu gün Romalı rahipler şarap içip zıvanadan çıktıktan sonra Roma sokaklarında çıplak bir halde koşmaya başlarlardı. Bu koşu sırasında Romalı kadınlar bu çıplak rahiplere dokunmaya çalışırlar ve bunun doğurganlıklarını arttıracağına inanırlardı.

Hıristiyanlığın gelmesinden sonra papazlar tüm putperest adetlerde yaptıkları gibi bu sapık uygulamayı da hiç değiştirmeden bıraktılar. Dinlerini kendi elleriyle bozan ve yanlışlıkları değiştirmek yerine bu yanlışlıkları Hıristiyanlaştırmayı seçen papazlar sayesinde bu güne Aziz Valentin günü adı verildi. Daha sonraları MS 498 sıralarında Papa 1.Gelasius bu günün putperest kökenlerinin aleni olmasından rahatsız olup kutlama gününü bir gün önceye aldı.

Bu günün aşkla meşkle ilişkilendirilmesi ise Ortaçağda ortaya çıktı ve Fransız şairler oturup bu günün âşıklar için önemi hakkında türlü hikâyeler ve hurafeler uydurdular. Bugün her tarafta sevgililer gününün kökeni başlığı altında anlatılan türlü hikâyeler işte Ortaçağdaki bu işsiz güçsüz şair takımının prenslerin gözüne girebilmek için uydurduğu masallardır.

Sevgililer Gününün Pazarlanmasının Amacı

Sevgililer günüyle amaçlanan aralarında nikâh akdi bulunmayan çiftlerin \"sevgililer\" olarak günaha davet ve teşvik edilmesidir. Hem de günahı bireyler arasında gizli olmaktan çıkarıp kitleselleştirerek ve genel teamül haline getirerek bir başka deyişle, evlilik bağının zayıflatılması, gayri meşru cinsel ilişki ve yakınlaşmaların kabul edilebilir formlara sokulması ve bunun üzerinden pagan seküler kültürün toplumsal tutumlar ve teamüller seviyesinde içselleştirilebilir formlara sokulmasıdır. Bu, tüketimin tahrik edilmesinden çok daha önemli ve yıkıcıdır.

Günümüzde sevgi denilince akla hep cinsellik gelmektedir. Bu sevgi meşru dairede olursa bunda bir problem yoktur. Ancak özellikle Sevgililer Günü denilince akla flört ya da nikâhsız beraberlikler gelir. Sevgililer Günü uydurmacasıyla nikâhsız beraberlikler meşru ve gayet doğal gösterilmeye çalışılmaktadır. Hatta 14 Şubat günü “Bugün Sevgililer Günü ve benim bir sevgilim bile yok” kabilinden sözler işitmemiz bu günün acı neticelerinden biridir. Sanki herkesin bir sevgilisi olmalı ve onunla bir şeyler paylaşmalıdır. Oysa karşı cinse duyulan muhabbetin en güzeli helâl dairede olanı ve bu sevginin neticesinde Allah rızasının kazanılmaya çalışılanıdır.

Tüketim Günü: Sevgililer Günü

Tüketim dünyasının birçok tuzakları var. “Sevgililer günü” de bunlardan birisidir.

Bu tür özel günler kapitalizmin insanları sömürmek için hayat yolu üzerine kurdukları tuzaktan başka bir şey değildir. Hediye alacaksın, kapitalizmin cebine para akıtacaksın. Olmaz. Hem de sevgi bir güne mahsus değildir.

Batılı pazarlama uzmanlarının bizim dilimize “Sevgililer Günü” olarak yapıştırdıkları günün esas ismi Aziz Valentin Günüdür ve geçmişi putperest Batı kültürüne dayanır.

Bu adet Amerika’ya İngilizler yoluyla girdi ve 20.yüzyıl ortalarına kadar sevgililerin birbirlerine aşk mektupları veya posta kartları attıkları bir gün olarak devam etti. Daha sonra Amerikalı sanayiciler böylesine bir âdetin potansiyel tükettirme gücünü fark ettikleri için bu günde hediye verilmesi gerektiği yollu kampanyalara başladılar ve Aziz Valentin günü bugünkü şeklini almaya başladı. 1980’ler sonrası elmas endüstrisi dünya çapında yaptığı seri kampanyalarla Sevgililer gününde en güzel hediyenin mücevher olduğu propagandasına girişmiş ve bu yolda da başarılı olmuştur.

Batıya ait olan bu adet, şirketlerin globalleşmesiyle dünyanın her tarafına da itinayla sokuldu. Hatta Japonya ve Tayvan gibi kültürel olarak bu olayla tamamen alakasız ülkelerde bile müthiş pazarlama kampanyalarıyla Aziz Valentin delice para harcama günü kabul ettirildi.

Kültürel ve Dini Açıdan Sevgililer Günü

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Müslümanlara; diğer dinî topluluklara göre farklı bir kimlik bilinci ve kültür değerleri manzumesi kazandırmak için gayret ettiği, bu uğurda saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme adabı da dâhil pek çok konuda tavsiyede bulunduğu düşünülürse, bu tür özel gün kutlamalarının sıradan bir kutlama olarak kabul edilmesi ve tabiî karşılanması mümkün olamaz. Aksine, bu tür âdetler toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp Batı\'nın hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir. Böyle olunca, Müslüman toplumların bu tür âdetler yerine kendi kültür ve değerlerinden kaynaklanan alternatif program ve faaliyetler geliştirmesi ve yaşatması ayrı bir önem kazanmıştır.

Günümüzde toplumların kültürel değerlerini, hatta itikadî ve ahlâkî eğilimlerini; sahip oldukları hayat tarzı, ekonomik yapı, yerleşim ve ulaşım imkânı, iklim ve çevre, eğitim, folklor, örf ve âdet gibi ilk bakışta konuyla ilgisiz gözüken birçok husus derinden etkilemekte ve sonuçta mekanizma kendi değerlerini üretmektedir. Avrupa\'daki Müslüman-Türk işçilerimizin çocukları ve torunlarının bugün Batı\'nın kültür ve gelenekleri altında nasıl değiştiği ve giderek o toplumla bütünleşmeye başladığı iyi izlenirse, toplumumuza yabancı kültürlerden taşınan veya ya-bancı toplumlara özenti şeklinde başlayan örf ve âdetlere karşı duyarlı olunmasının önemi daha iyi anlaşılır. Bunun için alınabilecek bir önlem de: Kendi kültürel mirasımızdan ve dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan değerleri, gelenek ve âdetleri iyileştirerek yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmak olabilir.

Hiç şüphe yok ki milletler, millî örf ve adetleriyle tanınırlar ve onlarla yaşarlar. Millî örf ve adetleriyle tarih sinesindeki şerefli mevkilerini korurlar. Çünkü millî örf ve adetler, bir milletin millî kültürünün ve dinî inancının aynasıdır. Millî örf ve adetler, bir milletin şahsiyeti ve tanıtıcı vasfıdır. Sağlam millî örf ve adetlere sahip milletler, dinî bağları kuvvetli ve millî kültürü yüksek olan milletlerdir. Milletlerin örf ve adetlerine, millî kültürleri ve dinî inançları güç verir ve şekil kazandırır. Hatta dinden de kuvvetli olur. Bu sebeple hiçbir Müslüman milli kültüründe olmayan, dinî akidesine ters düşen özentilere hayatında yer vermez. Çünkü o bilir ki, Rabbi kendisinden olmayanlara özenmeyi ve onlar gibi sefih hayat yaşamayı yasaklamıştır.

Sevgililer günü, Hıristiyan Batı toplumunun kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dini veya dinsizliği gelir.

Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dini yakından ilgilendirir.

İslâm\'ın beş temel amacından biri dini (müslümanların hayatında İslâm\'ı) korumaktır. İslâm\'ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazen bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.

Gayrimüslimlere Benzemek

Dinimiz; kâfirlere, münafıklara, batıl din ve ideoloji mensuplarına muhalefet etmeyi emretmiş ve onlara benzemeyi kesin bir şekilde haram kılmıştır. Çünkü dış görünüş itibarıyla onlara benzemek, neticede ahlakî değerlerde, kötü ve çirkin işlerde ve hatta inançta onlara benzemeye sebep olur. Gerçekten giyimde, sözde, davranışta ve işlerdeki benzeşmeler kalplere tesir ederek onlara karşı sevgi ve saygı meydana getirir. Kısacası gayrimüslimlere benzemenin haram olduğunda icma vardır.

İslâm dininin inanç, ahlâk, ibadet ve muamelât alanında getirdiği hükümler, öngördüğü kural ve tavsiyeler Müslümanlarca öteden beri bir bütün olarak kabul edilmekte, günlük ve sosyal hayatla ilgili şekil ve muhteva bile çoğu defa bu bütünün bir parçası olarak mütalaa edilmektedir. Öte yandan Kur\'an-ı Kerim ayetlerinin ve risâleti boyunca Hz. Peygamber (S.A.V.)Efendimizin sıkça üzerinde durduğu konulardan birisi de, Müslümanların fert ve toplum olarak belli bir kimlik kazanmaları, kendi şahsiyetlerini korumaları ve kendilerine güven duymaları olmuştur. Çünkü bu, Müslümanların bütünleşmesi, belli bir siyasal organizasyona girip devlet kurması ve millet olması kadar, kendi inanç ve ibadetlerini, değer ve özelliklerini korumaları açısından da önemlidir. Bu itibarla Kur\'an-ı Kerim, Müslümanlara ısrarla birlik ve bütünlük içinde olmalarını, müşrik ve gayrimüslimleri dost edinmemelerini, onlarla gayri İslâmi bir kültürün etkisi altında kalmayı kaçınılmaz kılacak şekilde sıkı bir ilişkiye girmemelerini emretmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). Sizden kim onları dost ve idareci edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz ALLAH, zalimler topluluğuna yol göstermez, onları hidayete erdirmez.”9

“Yahudiler de Hıristiyanlar da; sen onların dinlerine uymadıkça asla senden razı olmayacaklardır. De ki: ALLAH\'ın yolu, doğru yolun ta kendisidir. Yemin olsun ki, sana ilim geldikten sonra, eğer sen onların arzularına uyacak olursan, senin için ALLAH\'tan ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır.”10

Ayet-i kerimelerde ifade edildiği gibi: Başka dinden olanlar, özellikle Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların dostu olmazlar; onlar ancak birbirinin dostu olur, birbirini desteklerler. Zaman zaman Müslümanlara yaklaşmaları, kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri zaruridir. Müslümanların arasına sızan ikiyüzlüler, felâket tellâllığı yaparak onları, müminleri bırakıp kâfirlere yöneltmek isterler; iman ehlinin bunlardan da sakınması gerekmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

\"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin. (Bunu yaparak) ALLAH\'a, kendi aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?\"11

\"Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar. Bilsinler ki gerçekten bütün izzet ve şeref yalnızca ALLAH\'a aittir.\"12

Ayet-i kerimelerde açıkça ifade ediliyor ki: Gerek milletler arası münasebetlerde ve gerekse fertler ve topluluklar arası münasebetlerde müminler, daima müminlerin yanında yer alacak; güç, kuvvet ve şerefi bu beraberlikte arayacaklardır. Kendilerini korumak veya güçlenmek için kâfirlere başvuran milletler küçüldükleri gibi fertler de manevi değerlerinden kayıp verirler.

Kâfirleri ve müşrikleri dost edinmeme konusu, Kur\'an-ı Kerimde sık sık zikredilen ve üzerinde durulan bir konudur. Yahudi ve Hıristiyanların müminlere dost olamayacağı, Müslümanların da onları dost edinmemeleri gerektiği ısrarla belirtilmiştir. Müminler, küfür ehlini veli, dost ve idareci edinemez. Ancak zaruret sebebi ile işbirliği ve dayanışma, ülkeler arası ilişkilerin gerektirdiği ticarî, ekonomik sağlık ve sosyal alanlarda karşılıklı çıkar ilişkisi çerçevesinde antlaşmalar yapılması mümkün ve caizdir. Fakat bu dostluktan farklı bir ilişkidir. Bir Müslümanın Yahudi veya Hıristiyan gayrimüslim bir komşusu olabilir. Komşuluk münasebetleri elbette olacaktır. Ama Müslüman, Müslüman kalmalı, gayrimüslim de gayrimüslim kalmalıdır. Müslüman, Cenab-ı Hakk’ın “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”13 buyurduğu gibi, demelidir.

Bu ayet-i kerimelerin yanı sıra Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de Müslümanları, itikadî ve ahlâkî alanda olduğu gibi kılık ve kıyafet, şekil ve merasim yönünden de müşriklere, gayrimüslimlere benzememeye davet ve teşvik etmiştir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Müslüman olmayanlara benzememeye o derece dikkat ederlerdi ki, aslında yaptığı halde sonradan onlarda gördüğü hareketlerde bile değişiklik yaparlardı. Bunlar, çevredeki kültür ve medeniyetlerle, din ve kavimlerle iç içe yaşayan o dönem Müslümanlarına ayrı bir kimlik ve özellik kazandırıp, onların kendi içerisinde bütünleşmelerini sağlamaya yönelik önlemlerdir. Meselâ: Henüz hicret etmeden evvel Muharrem ayının onuncu (Aşure) günü oruç tutmayı adet edinmişlerdi. Hicret\'ten sonra Medineli Yahudilerin de bu günü takdis ettiklerini görünce onlara benzememek için Muharrem ayının dokuz ve on veya on ve on birinci günlerinde oruç tutmaya başlamışlardır. Yine müşriklere benzememek için ashabına; sakallarını uzun, bıyıklarını kısa kesmelerini emretmişlerdir. Useym b. Küleyb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (S.A.V), Müslüman oldum diyene:

“Kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol”14 buyurmuştur.

Bu hadis-i şerif Müslüman olan her gayrimüslimin gusül abdesti alması gerektiği gibi, saçlarını da tıraş etmesi gerekir anlamına gelmez. Ancak kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. Mısır\'da, Hindistan\'da saçın hiç kesilmeyen kısımları vardır. Zaman zaman tıraş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. Bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç, İslam\'la küfür arasında bir alamet-i farika olmaktadır. İşte Resûlullah (S.A.V), kâfirliğin alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir. Abdullah b. Ömer (R.A.)dan rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V) Efendimiz:

“Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”15 buyurmuşlardır.

Bu hadis-i şerif benzemenin müspet ve menfi kısımlarını içine almaktadır. Çünkü teşebbüh (benzemeye çalışmak): Başkalarının yaptığı bir işi onlara uyarak yapmak demektir ki hayır ve şerde, günahta, küfür ve imanda olabilir. O halde bu hadis-i şerif: Kâfirlere, fasıklara, günahkârlara benzemeyi yasakladığı gibi, başta Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize olmak üzere, sahabe-i kirama, meşayiha, takva ve salah sahibi kimselere benzemeyi de teşvik etmektedir.

Özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar, kısacası İslam’a inanmayan bütün toplumlar, Müslümanların benzememekle emir olundukları toplumlardır. Amr b. Şuayb (R.A.)nun, dedesinden rivayetine göre Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz:

“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve Hıristiyanlara benzemeyiniz…”16 buyurmuşlardır.

Dikkat edilirse İslamdan çıkıp başka bir millete dâhil olmak için, İslâm\'ı ve Kur\'an-ı Kerim\'i inkâr etmek gerekmiyor. O millete benzemeye çalışmak dahi yeterli olmaktadır.

Dinimiz İslâmiyet; güneş doğarken, zevalde (tam tepede) iken ve batarken, ateşe karşı namaz kılmayı yasaklamıştır. Bunun sebebi de, güneşe tapan ve ateşe tapınan milletlere benzemememizi temin etmektir. Bakınız, dinimiz ibadet hususlarında bile gayrimüslimlere benzemeye müsaade etmemektedir.

Yukarıda bahsi geçen ““Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır,” hadis-i şerifi bu konuda çok önemli bir toplum gerçeğine işaret etmektedir. Şeklî benzeşmenin sonucu, itikadî benzeşmeyi getirecektir.

Örf ve Geleneklerin Korunması

İslâm\'ın şekil ve suretten ziyade mana ve muhtevaya önem verdiği, şekli de bu manayı koruduğu sürece gözettiği aşikârdır. Ayrıca Müslümanların her devirde kimlik ve izzet sahibi olması, gayrimüslimlere karşı onurlu ve kendine güvenli olması, kendi kültür, örf ve geleneklerini yaşatmaları, Müslüman toplumların birlik ve bütünlüğü, dış etkilere karşı direnci açısından fevkalâde önemlidir. Sakal ve bıyıktan, giyim ve kuşamdan, eğlence ve sanattan, şehirleşme ve ev düzenine kadar Müslümanların ayrı bir üslûp ve geleneğinin olması, onlara bu sosyal şahsiyeti kazandırabilecek olumlu unsurlardır.

Şüphesiz her dinin ve milletin kendisine mahsus bir medeniyeti ve diğerlerinden farklı kılan, ayırıcı vasıfları vardır. Milletler, varlığını ancak bu hususi vasıflarıyla muhafaza eder. Dinî ve millî kültür değerlerinden kaynaklanan örf ve adetler, milletlerin geleceğinin teminatıdır. Kendi örf ve adetlerinden kopmuş, başka milletlerin dinî ve millî kültür değerlerine kendini kaptırmış milletler, er veya geç de olsa kendi dini ve millî kişiliklerini yitirmeye mahkûm olurlar. Tarih bu gerçeği belgeleyen olaylarla doludur. Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu: O milleti meydana getiren insanları, kendi millî benliklerinden, dinî inançlarından, cemiyetleri ayakta tutan ahlâk ve fazilet duygularından uzaklaştırmaktır. Bir milleti en büyük çöküntüye uğratan şey, manevi düşüştür.

İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde bu hususta çok önemli bir gerçeği vurgulamıştır:
“Mağlupların galipleri taklit etme etme psikolojisi, onların yaşadıklarını anlatır.”

Kendi öz, manevi değerlerini yitirerek başkalarını taklit etmek ve şahsiyetsizlik, fertler ve toplumlar için en büyük manevi sefalet ve alçalıştır. Milletler için maddî refah ve kalkınmaya ulaşmak her zaman mümkün olabilir. Manevî sefalete mahkûm olmuş milletleri bu bataklığın çukurundan çıkarmaya imkân yoktur. Milletini ve dinini seven insanlar hiç bir zaman kendi milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez. Bir Müslüman hiç bir zaman kendi dininden başka bir dinin ayinini taklit edemez. Hiç bir zaman kendi millî örf ve adetleri dışında, başka milletlerin örf ve adetlerine itibar edemez. İslam dininin, İslâm ümmetinin de hiçbir dini ve hiçbir milleti taklide ihtiyacı olmayan üstün bir medeniyeti vardır. Çünkü bütün insanları hidayete erdirmek ve hayata tatbik edilmek üzere ALLAH Teâlâ tarafından gönderilen şerefli dinimiz İslâm, ilahi bir nizamdır. Bu ilahi nizam, insanın hem dünya ve hem de ahiret hayatını kuşatır. O, beşeri bütün görüşlerin ve sistemlerin üstünde, ulvi bir içtimai görüşe sahiptir. Müslümanım diyen herkes, hatta bütün insanlık bunu böyle bilmek mecburiyetindedir.

Bu açık hakikatten dolayı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, ümmetinin kendi varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik aşağı mertebesine düşmelerini menetmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen bu hastalık yüz göstermiştir. Zaten Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz kendi ümmetinin şirkten, kâfirlikten başka, eski ümmetleri örf-adet, fitne-fesat ve isyan gibi bütün kötü yollarda takip edeceklerini bir mucize olarak haber vermiştir. Ebu Sâid (R.A.)den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki, şayet onlar (daracık) keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak onlara uyarak oraya gireceksiniz, onlara tâbi olacaksınız.” Ebu Sâid (R.A.) diyor ki: Biz:

\"Ya ResûlALLAH! Bu ümmetler Yahudilerle Hıristiyanlar mı?\" diye sorduk. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Onlardan başka kim olacak!”17 buyurdu.

Maalesef Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu açık mucizesi haber verdiği gibi ortaya çıkmıştır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu mucizesi günümüzde de devam etmektedir. Çünkü bugün birçok Müslüman küfür hususunda, kâfirlerin yolunda karış karış, arşın arşın ilerlemekte; onlar keler deliğine girse, bunlar da girmek için yarış etmektedirler. Binaenaleyh Peygamber Efendimiz (S.A.V) in bu ikazı üzerinde durup düşünmek gerekir. Görüldüğü gibi tenkit edilen husus: Körü körüne taklitçiliktir, şahsiyetsiz olmaktır. Bir nevi, aşağılık hissine kapılmaktır.

Batıdan gelen her şeye günah denir mi?

“Dinimiz sadece kâfirlerin ibadetlerini ve haram olan adetlerini yapmayı yasaklar. Mubah olan adetlere ise izin verir” görüşü doğru mudur?

Gayrimüslimlerin şiarı olan ve dini prensiplerimize aykırı düşen örf ve adetlerini benimsemek kesinlikle caiz değildir. Noel ve miladi yılbaşı etkinlikleri gibi… Çünkü bu gibi örf ve adetler İslami bir şiarı kaldırmakta ve Müslümanların onlara meyletmesine sebep olmaktadır. Mesela noel ve miladi yılbaşı, hicri yılbaşıyı unutturmaktadır.

Dinimizde mevcut olan bir hususu gayrimüslimler de benimsiyorsa, biz onu yine kendi dini prensiplerimiz içerisinde değerlendiririz. Mesela sevgi, dinimizin bir emridir. Ancak bunu gayrimüslimlerin benimsediği güne tahsis etmek ve onlar gibi hareket etmek kesinlikle doğru olmaz.

Müslüman ve Sevgililer Günü

Modern, laik ve demokratik bir toplumda herkes istediğini yapar. Bunun yanında yapılan her şeyi eleştirme hakkı da mahfuzdur. En azından söylem düzeyinde ve yasal olarak bu böyledir. Modern-pagan bir hayat tarzını seçenlere bizim bir diyeceğimiz yok. Sorun tabii ki, bize ait olmayan pagan bir teamülün eleştirisi değil, adına \"muhafazakar-dindar\" denen çevrelerin ve mevkutelerinin de bu günaha davete iştirak etmiş olması ve \"bir proje\" çerçevesinde bizim henüz bilinç kazanma aşamasında olan genç nesillerimizi günah nesnesi haline getiren sürece katılmasıdır. Biz de demokratik bir ülkede eleştiri hakkımızı kullanıyor, dinlerini ciddiye alan insanlara, bu günaha davetiye çıkaranlara karşı kendilerini Allah\'ın hudutlarını ayakta tutarak korumaları gerektiğini hatırlatıyoruz.

Bu âdeti Türkler bile çıkarsa, gayri meşru sevgiyi meşru gibi gösterme gayreti ki hiç tasvip edilmez.

Mehmet Talu, Dini Meseleler

(1) Müslim, İman: 93, Ebu Davud, Edeb: 142, Tirmizi, İati\'zan: 1
(2) Buhari, Edeb: 27, Müslim, Birr: 66.
(3) Tirmizi, Zühd: 53
(4) Yunus sûresi: 62
(5) Ebû Davud, Büyü: 78
(6) Tirmizi, Birr: 15, A.b. Hanbel, 1/257, 2/207
(7) Hac sûresi: 30
(8) Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165
(9) Mâide sûresi 51
(10) Bakara sûresi: 120
(11) Nisa sûresi:144
(12) Nisa sûresi:139
(13) Kafirun sûresi:6
(14) Ebu Davud, Taharet:131, Taberani, el-Mucemu’l-Kebir, 19/14, No:20
(15) Ebu Davud Libas:5
(16) Tirmizi, İsti\'zan:7
(17) Buhari, Enbiya:48; İtisam;14; Müslim; İlim:6